ANAFARTALAR
KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT
Birinci Safha
Hayır efendim,
düşünüyorum, size ne söyleyebilirim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak
hep o günlerin hatıralarını ihtiva ediyor.
"Buyurun bir
sigara... Bir şey yaparız."
Büyük kutuda bulunan
Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde
duran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını
birbirine vurarak kumandanın emrine muntazır olduğunu vaziyetiyle anlattı.
- Çocuğum bize
iki kahve, sobanın da ateşine bakın.
Biraz sonra bize
hitaben:
- Bu defterleri
kurcalayacak olursak içinden çıkamayız. İsterseniz sizinle bir hulâsa yaparız,
bu ancak böyle olur!
Hakikatte defterler
o kadar çoktu ki onların arasında insan kendini Çanakkale harf tarihini yazmak
için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi.
Dedim:
- Paşa Hazretleri!
Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakârlığı, vatan
toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek
itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir.
Bu hamaset günleri artık silinmemek üzre cihan tarihinde lehimize iki üç sahife
daha ilâve etti. Sir Hamilton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum,
bizi cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulviyeti kendi aleyhlerine kaydediyor.
Bütün Fransız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de döğüşmüş zabitlerin, kumandanların,
oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar.
Halbuki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mecmua'nın son kıymettar
teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu
hususta tabiî zatı âlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük
bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tamamıyla biliyorsunuz... Kim bilir
ne kadar çok hatıranız vardır. İşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zâti âlinizden
onları dinlemek için geldim.
Paşa bu sözleri
ciddî bir tebessümle telâkki ediyordu.
Cumba tavanlarına
ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar,
seççadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa
Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir
simada bu kadar engin bir mâna gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin
dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet, huşunet, saffet,
zekâ... Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz...
Çekmekte olduğu
doksan dokuzlu necef tesbihi masasının üzerine bırakarak:
- O halde derhal
başlarız, dedi.
Ve kimi yerde,
kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden
zaptolunma koca bir makinalı tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde
bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden süzülen Çanakkale menkıbesinin
hulâsasını, bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün, ve her mülâkat on iki
saatten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim.
Başlamazdan evvel
dedi ki:
- Tabiî esrarı
askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar
eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar san'at adamları içindir
ki tarih hepsinden bahsedecektir.
- Elbet Paşam.
Maksadım, o günlerin vak'alarını bizzat zati âlinizden öğrenmektir. Askerliğe
temas eden noktaları ben de anlamam. Bunun üzerine Paşa izaha başladı.
Evvelâ Sofya sefareti
ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile
memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Morto limanı arasındaki
sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice
tanırmış.
Dedi ki:
- Benim kanaatime
göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi:
Biri Seddülbahir,
diğeri Kabatepe civarı... Ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartamadan
bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. Binaenaleyh alaylarımı,
böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben şubat
1330...
Mustafa Kemal Paşa,
kendisinin Maydos mıntıkası kumandanlığı esnasında cereyan eden mühim vak'aları
şu suretle hulâsa etti: Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak
teşebbüsün de bulunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet
Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşmanı tekrar denize atıyor.
- Düşman bu karaya
asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi?
- Bu hareket bir
keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 mart vardır.
- Ki asıl bizi
alâkadar eden de odur, Paşa Hazretleri.
- Fakat bu tamamen
bahrî bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretlerinin tahtı emrinde
bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısiledir. Yalnız 5 mart gününün
sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. Kendisine
Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte'ye
gittik. Oraya vardığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde
açtığı ateşin altında kaldık.
- O vakit ne yaptınız efendim?
- Bunun üzerine bendeniz...
- Estağfurullah...
- Mezkûr mıntıkanın
muhafazasına memur 26'ncı olay kumandanına icap eden talimatı şifahiyemi verdim.
Ve Cevat Paşa ile birlikte vazife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük.
Düşmanın mağlûbiyetiyle neticelenen bu 5 mart muharebeyi bahriyesinde kara mıntıkasının
muhafazası benim uhdemde idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında
bulundurmuş olmasından başka zikre şayan hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün
sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı
takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamîsiyle sonuna
kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir. Düşünün ki birçok
çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat arasında, daimî ateş karşısında, muharrip
endahtlar altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır.
Düşmanın mağlûbiyetiyle
kapanan bu hâdisei bahriyeden sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların
boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine
hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak teşebbüsünde bulunacaklarına
ihtimal veriyor. Bunun için maiyetindeki kıt'alara "teyakkuzda" bulunmalarını
emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lâzım gelen yerlere resmî müracaatlarda
bulunuyor. Kuvvetini arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey
isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kaymakam rütbesinde bulunan Mustafa
Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu
cihetine harekete müheyya bulunmak üzere "ihtiyatı umumî" olarak terkediliyor.
Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay beyin fırkası tahsis ediliyor.
Bu sıralarda, yani
mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor;
fakat gene iade olunuyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında
bulundurmayı muvafık görüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumîsi olarak
Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkîsindeki Maltepe, Mersintepe civarında bulunan
konaklarla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince icabında
Bolayır'a hareket etmeye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir halde
bulunuyor. Emre intizaren bütün kıt'alarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor.
- İşte o günlerden
birinde, on iki nisan sabahı idi ki Arıburnu'nda bir hâdise cereyan etmekte
olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı.
Bütün fırka kıtaatının
harekete hazırlık derecesi tezyit edildi. Bir taraftan Maydos mıntıkası kumandanlığından
malûmata intizar etmekte idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun
emrine... Yalnız fırkanın süvari bölüğüne - istihsali malûmat için - Kocaçimen
hareket etmesi emrini verdim.
Bu sırada idi ki
Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür.
Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval hakkında vazıh malûmat edinememiş olduğu
bildirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey'den vürut
eden bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı
benden bir taburun mezkûr düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan,
gerek Maltepe'de icra ettiğim hususî tarassudat neticesinde bende hâsıl olan
kanaati kat'iyye, öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe civarında
mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vukubuluyordu. Binaenaleyh
bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin
ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın gayri kabili içtinap olduğunu
takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye intizar etmeyerek karargâhımın bulunduğu
Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal
harekete geçmek üzre amade bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre
yanıma gelmelerini bildirdim.
Yapraklarını muttasıl
ağır ağır çevirmekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudaklarında tüten
cıgara dumanları arasından bakarak:
- Altı maddelik
bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet cüzütam kumandanlığına da tebliğ
olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu kumandanlığına da telefonla arzedilmek
üzre bir rapor yazdırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım.
Büyük bir hareketin
inkişaf etmekte olduğu, memlekete Çanakkale harbinde unutulmaz hizmetler eden,
muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıt'alarıyla tehlikeye
atılma müheyya vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlarını çeviren, içinden
bana verebileceği notları mülâhaza ile seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde
o kadar vuzuhla seziliyordu ki... Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya
doğru gittiğimizi heyecanla duyuyordum.
- Bundan sonra
kıt'alarını yürüyüşe müheyya olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay,
-meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu -kumandanları ve sertabip
ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim.
Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe
geçirerek Kocaçimen tepesine tevcih ettim.
Yolda giderken
kumandanlarına olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme veriyordum. Takip
ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek muayyen bir yol olmadıktan başka
Kocaçimen'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık,
sa'bülmürur, kayalıklı derelerle mali idi. Bir yol bulup kıt'ayı sevke delâlet
etmesi için topçu taburu kumandanını tavzif ettim.
- Zati âliniz ne
ile gidiyorsunuz efendim?
- Ben? Atla!...
Bu kumandalar da atlarının üzerinde tabiî... Biz hepimiz kıt'anın başında gidiyoruz.
Onlar yaya gidiyorlar.
Bu zat kayboldu.
Ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. Bu da başını alıp Kocaçimen tepesine
kadar gitmiş, delâletinden istifade edilemedi.
- Yani müşkülât.
Muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki sıkıntıları?
- Evet. Bizzat
yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmeden suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat
edildi. Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun: Kocaçimen şibihcezirenin
en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası zaviyei meyyite içinde kaldığından
buradan görülmüyor. Şimdi şu haritadan bakın.
Sir Hamilton'un
raporunda bulunan haritalardan birine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu.
Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı...
Asker, Paşanın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telâkki etti.
Beş on dakika sonra girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat
gitti.
Yalnız kaldığım
müddetçe odayı seyrettim. Duvarda hep asker resimleri, Balkan muharebesinin,
Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin
hatıraları asılı idi. Bir kelebek şeklinde açılmış şal örtünün altında Paşanın
genç kazak zabitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandismanı
vardı. Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzak'ın Kolonel
Şaber (Colonel Chabert)i, Mopasan (Maupassant)ın Bul dö Süif (Boule de suif)i,
Lavedan'ın Servir'i duruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetli dakikalarının boşluğunu
edebiyatla dolduruyor.
Zira harp sahasında
kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat
salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız
gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan
nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar.
Büyük bir aynanın
yanı başında asılı duran bir fotoğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti. Ona bakıyordum:
Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Paşa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar,
içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi.
Kalın ve azimkâr
sesiyle:
- Evet Sofya'da
bir balkostüme hatırası, dedi.
Gene şal örtülü
masanın başına geçtik. Ve 12 nisan muharebesine avdet ettik. Paşa:
- Binaenaleyh,
diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan
başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak
olduğunu anladım. Efrat o müşkül araziyi bilâ tevakkuf kat'etmek yüzünden yorulmuş
ve yürüyüş umku pek ziyade derinleşmişti. Alay ve batarya kumadanına afradı
tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden mestur olarak
on dakika kadar tevakkuf edecekler, sonra beni takibedeceklerdi. Ben de, arada
bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda
yaverim, emirzabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu
taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat
arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık.
Şimdi burada tesadüf
ettiğimiz sahne en enterasan bir sahnedir. Ve vak'anın en mühim anı bence budur.
Paşa tekrar bir
sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdikten sonra, haritasını alıp şöyle
izah ediyor:
Bu esnada Conkbayırı'nın
cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda
bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu
gördüm. Size şu muhavereyi aynen okuyacağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak:
- Niçin kaçıyorsunuz?
dedim.
- Efendim düşman!
dediler.
- Nerede?
- İşte, diye 261
rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın
bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru
yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika
istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim
askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim
pek fena bir vaziyete duçar olacaktı. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei
mantıkıye midir, yoksa sevkı tabiî ile midir, bilmiyorum.
Kaçan efrada:
- Düşmandan kaçılmaz,
dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim.
Ve bağırarak bunlara
süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte
olan piyade alayı ile cebel bataryasını yetişebilen efradının "marş marş"la
benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emirzabitini geriye saldırdım.
Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız
an bu andır.
Bir koca muharebenin
ufacık bir lâhzeye bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış
bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış
bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o
dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!
Mustafa Kemal Paşa
dedi ki:
- Kolun başında
bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cephanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını
emrettim. Yanıma gelmiş olan alay 57. tabur 2. kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi'ye
bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana
taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldırarak düşman
piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye saptığından biraz geciken diğer bir taburu,
kumandanı üzerinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay
kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim istikametlerde düşmana taarruz
etmesini emrettim.
- Zati âliniz o
esnada nerede bulunuyordunuz?
- Ben de bataryanın yanında idim.
- Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başladı?
- 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söyleyeyim... (defterine baktı
ve) öğleden evvel saat on raddelerinde idi. O esnada 9'uncu fırkaya mensup süvari
zabitanından mülâzımievvel Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 27'nci alayın
Kocadere garbındaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebeye başladığını
haber verdi. O zabitle mezkûr alay kumandanına, düşmanın sol cenahına taarruz
etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz
Bigali civarında bulunan 19'uncu fırka kısmı küllîsini Kocadere istikametine
celbedeceğimi, bu emri kendisine isal eden süvari mülâzimi Salih Efendi'yi tekrar
nezdime iade etmekle beraber benimle daima irtibatı muhafaza etmesini, muharebeyi
Conkbayırı'ndan idare edeceğimi emrettim, bildirdim. Bigalı'da bulunan fırka
erkânı-harbine de emir atlısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki:
İzzettin Bey (Rahmetli
Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü
Kocadere'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin. Ve bu raporu
üçüncü kolordu kumandanına veriniz.
- O raporu, askerî
bir mahzur görmüyorsanız, istinsah edebilir miyim? Çünkü harp meydanında hemen
o müthiş vak'alar cereyan etmekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve
kıymetli bir harp tarihi vesikası olurdu.
- Hayhay, bunu
verebilirim, yazınız.
Üçüncü Kolordu
Kumandanlığına Arıburnu şimalindeki sırtlar.
Saat dakika
12 nisan 10 24 evvel
Düşmanın karaya
çıkmış bulunan piyadesi Arıburna ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar
bir cephedeki sırtları işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz
yüz metre mesafede işgal ediyor. Düşmanın tamamen sol cenahında altı yüz metre
mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşmanı bir alay tahmin
ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın
261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate başladığı görüldü.
İşte raporun size
verebileceğim kadar kısmı bu. Yine hikâyemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci
alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu, 27'nci alay kumandanından
emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat
benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönderdiklerimin neticei
tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım.
- Pek iyi Paşa
Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hücum eden düşmanı bu kadar süratli bir
surette ricate mecbur eden amiller nedir?
- Evet, bu suali
sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet
bence şu idi:
Düşmanın karaya
çıkmış olan kuvveti, sekiz taburdan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet
kendisiyle gayrimünasip gayet geniş bir cephe üzerinde "261"e kadar
şimalen, ve Kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp yamaçlarına kadar şarkan
ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle
kesik bulunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf
idi. Conkbayırı şimalinde mevzi alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Arıburnu
ihraç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ihraç etmeye devam ettiği
kıtaatın ihracı hem müşkülâta, hem de teahhura uğradı. 57'nci alayın Conkbayırı
ve Suyatağı hattından "261" istikametinde ve dar cephe ile kesif olarak
düşmanın pek nazik ve mühim olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret
olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumîyesinde geniş cephe ile düşmana
atılması düşmanı ricate mecbur etmiştir.
Fakat bence bu
tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek
ve ölmek için düşmana atılmıştı.
Bu öyle alelâde
bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne
olduğu bir taarruzdur. Hattâ ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu
ilâve etmişimdir:
- Size ben taarruz
emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında
yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.
Bu sözler Paşanın
göğsünden o kadar azimle çıkıyordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar
yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin,
her şeyin fevkinde gene ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bulunduğuna
inanıyordum.
- Şimdi bu böyle,
efendim? Fakat akşama kadar daha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu
fırka kumandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumtepe'ye kuvvet ihracına
başladığını ve orada kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihetin nazarı
dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanının tekmil kuvvetleriyle Kirte'ye
gittiğini bildiriyordu.
Kumtepe, Kili dülbahir'e
en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları
zıyaa uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırıma gelen şey, Arıburnu'nda muharebeye
iştirak eden kuvvetleri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllîsiyle bizzat
Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat
fırka kısmı küllîsine mülâki olmayı tercih ettiğim için hemen hareket ettim.
Kumandan hemen
hareket ediyor. Ve Kocadere'de 77'nci alaya, ondan sonra da... inci alaya mülâki
oluyor. Öğleden sonra saat bir raddelerinde Maltepe'ye yaklaştığı sırada bazı
seslerin kendi ismini çağırmakta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa
yaklaşıyor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiyeti erkânı harbiyesi...
Mustafa Kemal Bey, müşarünileyhe gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki
bu rapor aynı zamanda kendisine de aitti, ve biraz evvel gelip düşmanın Kumtepe'ye
çıktığını haber veren zabit, bu raporun mealini söylemiştir. Halbuki okuduğu
tahrirî rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir.
- Bakınız bu raporun
şifahen tebliğinde bir "Kumtepe'ye asker çıktı" cümlesinin ilâvesi
bütün tetkik kararlarına değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan sonra
kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular.
Mustafa Kemal Bey
de tekmil kuvvetle Arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor.
Kolordu kumandanı paşa kabul ediyor ve Mustafa Kemal Bey derhal yanından ayrılıyor,
muharebe meydanına geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı
aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sahra bataryasını lâzım gelen yerlere
yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor.
Bizimkiler o kadar
ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hattâ kısmen sandallara binmekle
bile iştigal ediyormuş. Fakat akşam olmuş. Gecenin hulûlüne kadar muhtelif emirlerle
hücuma sevkedilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka kumandanının ısrarı üzerine,
ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de
muvaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı kâmilen sürememişler. Gece
de pek ilerleyince muharebe kesilmiş. Bu anî sükûnet fırsatında düşman karaya
yeniden asker çıkarmakta devama başlamış.
Paşa:
- Demek ki, dedi
12/13 gecesi vaziyet hakkında hiçbir taraftan sahih malûmat alamıyorum. Gece
karanlığından dolayı manzarai harbi gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıyla
anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dolaşıyor, oradan, telefon merkezi
yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vâkıf olduğum yeni vaziyete
göre sağ cenahtaki ihtiyat kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum.
Kendim de bilâhare Kemalyeri unvanını alan merkezden muharebeyi idare ediyorum.
Muharebenin yalnız
bir gününü dinlemek insanın içinde helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir
fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. Sordum ki:
- Arıburnu vakayii
yalnız bundan mı ibarettir?
Paşa ruhumda dehşetler
uyandıran o boğuşma sahnelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş
tecrübeli bir adam temkiniyle gülümsedi:
- Ne o, yoruldunuz
mu? Daha bu, vak'anın başlangıcıdır. Benim Arıburnu'nda 12 nisan dahil gününden
4 mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "Arıburnu kuvvetleri" kumandanlığım
ve ondan sonra da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlığım
vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız
en mühim günleri işaret edebiliriz.
Ve önünde duran
sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı.
Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına:
- Çocuk, bize iki
kahve daha yapın, sonra da şu sobanın ateşi sönmesin, dedi.
- Başüstüne Paşam.
Ve yine çalışmaya başladık:
Düşman 13 nisanda,
yani geceden beri ihracına devam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını
takviye ediyor, evvelâ sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza faik kuvvetlerle
taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini
korumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlûbiyetten sıyanet
ediliyor. İşte bu suretle 13 nisan günü, mağlûp olmadan kazanılıyor.
Paşa dedi ki:
- Bu, askerimizin
en mühim surette fedakârlığı, kahramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha
fazla fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum -herhalde sebat ve metaneti,
zabitlerimizin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi sayesinde kazanılmış
mühim bir gündür. Diyebilirim ki benim en namüsait vaziyetim 13 nisan günü idi.
Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvvetim dünkü, yani 12 nisan günkü,
şanaver şedit savlet ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alaydan, ikişer
taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri kabili istifade bulunan 72'nci alaydan
ibaretti. Hakikaten 12 insan muharebesiyle Arıburnu cephesi muvaffakiyetinin
temelini kuran, İngilizlerin bu cephede azmini kırıp plânını mahveden, bu kuvvetti.
14 nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı emrime gireceği anlaşıldı. Bunun
üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim.
13/14 nisan gecesini
Kocadere köyünde geçirmiştim. Kat'î kararımı fecre yakın bir zamanda verdim.
O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş
altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu
emir, emiratlıları ile cüzütam kumandanlarına gönderildi. Sonra ben de bizzat
Kemalyeri'ne gittim.
Saat yedi ile sekiz
arasında sol cenah ve cephede taarruza başlandı. Bundan sonra idi, sağ cenahta
da kıt'alarımızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bütün cephe üzerinde
muvaffakiyetle devam ediyordu. Düşman Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı.
Kırmızısırt'ta ricate başladı. Saat 10'dan sonra sağ cenahımız da düşmanı tazyike
başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi ki düşmanın
Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olanlar Kırmızısırt'ta da en
son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti
kâmilesiyle siperelrinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil, bayrak sallayarak
teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu manzaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil
maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk.
Bu aralık gerek
fırka erkânı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden
anlıyordum ki düşmanın Arıburnu şarkındaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır.
Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir.
Yalnız ricat noktasına
uzak kalan düşmanlar Kanlısırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkeztepe'de
kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürkapıderesi ve Bombasırtları'na kadar
ilerleyerek bilhassa Yükseksırt'ta aldıkları hâkim vaziyetten dolayı çekilmiyorlar,
ister istemez sebat gösteriyorlardı.
Düşmanın asıl sebatı
Yükseksırt'ın garbında ve Haintepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulûl edince,
kıtaatın fevkalâde yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa
olundu. Muharebe tevkif edildi, tutulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri
emri verildi.
15 nisan günü görülen
vaziyet şu:
Düşman sağ cenahımız
karşısında Yükseksırtın sahile müteveccih kısmında, Kömürkapıderesi içinde yamaçlara
tutunmuş bir halde, buna mukabil bizim kıt'alarımız Cesarettepe'deki düşman
hattı bâlâsında, bunun karşısındaki kıtalarımız da Edirnesırtı'nda Kırmızısırt
ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bâlâ tekrar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş
ve buna mukabil kıt'alarımız mezkûr hattı bâlânın şarkında ve karşısında mevki
tutmuş. Düşman gündüz de ihraca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetleri
ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar takviye edildikçe de
umumî vaziyetini tashih edebilmek için cephenin bazı noktalarında faaliyette
bulunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden düşman sol cenahımızı
sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşmanın
dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin
daha ufuktan kıyılara doğru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim birinci
hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle
gittikçe tekâsüf eden düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya
kifayet edecek kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk kumandanlara
maruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi genişlediğinden muhtelif
kumandanlarla daimî münasebette bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif
mıntıka kumandanlıklarına ayırmış.
16 nisan:
Düşman sağ cenahımıza
taarruz teşebbüsünde bulunmuşsa da durdurulmuş.
17 nisan:
Sağ cenahımızdaki
siperlerimize düşman taarruz etmiş. Fakat kıt'alarımızın mukabil süngü hücumları
ile geri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın yeniden mühim bir hücuma
kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel
düşmana vurmayı kararlaştırmış. O zaman mıntıka kumandanlarını Kemalyeri nezdine
celbedip şifahî talimatta bulunmuş.
O gün maiyetinde
bulunan erkâna karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan
rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal
Bey ruhlara hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor
ki:
"Düşmanın
altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden
dolayı neticeye kadar şiddetli takip edememek yüzünden barınabilen aksamı himayesinde
çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan
fazla olduğu anlaşılmıştır. Seddülbahir'de Kumkale cihetinde de hal hemen aynı
olmuştur.
Karşımızda bulunan
düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemal denize dökmek lâzım olduğu kanaati
vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran zayıf değildir. Düşmanın kuvvei
maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendisine bir
melce aramaktadır. Siperleri civarına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığını
kendi gözlerinizle gördünüz.
Düşmanı büsbütün
kaçırmamak için daha çok teemmüle lüzum yoktur.
İçimizde ve kumanda
ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin ikinci bir safhasını görmektense burada
ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyyen kabul etmem. Şayet böyleleri
olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim.
Şimdiye kadar ihraz
ettiğimiz muvaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuvvetleri hattı
harbe vasıl olmaktadır."
Ve ruhları bu hitapla
dolan kumandanlara, edecekleri taarruz hakkında lâzım gelen emirleri veriyor,
tertibatını da kolordu kumandanlığına arzediyor. Kararı oraca da tasvip görüyor.
Bunun üzerine 18
nisan tarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşaya nazaran
o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebeddül olmayan vaziyet"tir.
Şöyle ki: "Saat
beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan
müteakıben yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye
koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesi başlamış oluyoruz".
Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıt'alarımızla düşman hatları arasında
mesafe pek az olduğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesire
yapamıyorlarmış.
Yalnız düşmanın
harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe hatlarımızın gerilerini
şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali kalmıyormuş.
Paşadan kendisinin
bu muharebeyi nereden idare ettiğini sordum:
- Ben bu muharebeyi
Kemalyeri'nden idare ediyorum, dedi.
Çünkü o yerden
bütün düşman mevzilerini, sağ cenahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere,
bütün düşman mevzilerini, sonra da hemen bütün kıt'alarımızın hareketlerini
göz altında bulundurabilmesi mümkünmüş.
Paşa dedi ki: "Düşmanın
şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle
ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine
endaht ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda pek ziyade, amma fevkalâde
ziyade çalışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da görülmeye başladı.
Saat 6.45 evvelde 14'üncü alayın gerisinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı
küllîsi Merkeztepe istikametinde 14'üncü alaya takrip edilmişti. Sol cenah kuvvetlerimizin
daha ciddî taarrruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü
alaya muavenette bulunmasını emrettim. Fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden
safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum."
Bunun üzerine tertibatta
birçok teferruata müdahaleye lüzum görmüş. Bu baptaki emirlerinin kumandalara
vusulüne kadar, geriden sevkolunan takviye kıt'alarının muharebe cephesine muvasalatına
kadar geçen zaman zarfında taarruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlardan
bazıları taarruzun tevkifini, yahut hiç olmazsa geceye talikını rica etmekte
imişler. Halbuki Mustafa Kemal Bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısında
bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar veriyor.
- Bu tazyikin mevcut
olduğunu ne suretle takdir edebiliyordunuz, efendim.
- Bir defa bulunduğum
yer pek müsaitti. Bütün vaziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi görebiliyordum.
Sonra da muhtelif membalardan malûmat alabiliyordum. Meselâ düşman kumandanının
"buraya imdat yetiştiriniz" tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii
müstahkemde bulunan telsiz telgrafımız kapmış. Bunu bana bildirdilerdi. Binaenaleyh
başlanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. Düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden
evvel taarruzumuzu kat'î bir neticeye iktiran ettirmek lüzumu aşikârdı. Sonra
düşmanı bir an evvel sahillerimizden atma gayet vatanî bir vazife idi.
Maksadımı cüzütam
kumandanlarına bildirdim. Bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden
başka güvenilecek hiçbir çare yoktu. Elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye
yaklaşmış bir halde idi. Bir hücum savletiyle düşman mevzilerine girmeleri için
borazanlarla, trampetlerle geriden şiddetli bir hücum emri verdirdim. Saat 4
sonra idi. Umum cephede ileri hareketi canlandı. Bilhassa merkez grubu savletle
ilerlemeye başladı. Doğrusu bütün kıt'alarımız şayanı takdir bir surette ilerliyordu.
Gayet itidalle
konuşan muhatabımın ağzında "şayanı takdir" terkibinin mühim mânası
vardı. Bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakârlıklar, muhayyelesiz kahramanlıklar
sahnesi demekti.
- Sonra ne oldu
efendim?
Birçok efrat bazı
yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. Fakat asıl keşif avcı
hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hattâ sekiz on metresinde durdu.
Bizim askerlikçe
bu mesafede hâlâ muharebenin bitmemiş olması şayanı istiğraptı. Çünkü eski nazariyata
göre bu mesafenin pek çok fevkindeki bir mesafede muharebe neticesi taayyün
etmiş olmak lâzım gelir. Halbuki düşmanın sebat ve ısrarı, kahraman askerimizin
ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca müddet
pek kanlı muharebe safhaları görmek imkânını muhafaza etmiş oluyor.
Bu muharebe böyle
saat dörtte burun buruna gelmekle taarruz durdu. Fakat muharebe olanca şiddetiyle
devam ediyordu. Ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz
ihtiyat ve istinat kuvvetleriyle iyi takip olunmak şartıyla neticei kat'iyyenin
kazanılacağına kaniydim. Ve bu kanaatimde musırdım. Bilhassa düşmana bu kadar
yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden istifade edilerek düşman siperlerine
atılmak pek mümkün olacaktı. Gece yarısına kadar bazı tertibatla iştigal edildi.
Sonra bir gece hücuma yapılmasını emrettim. Fakat sabaha kadar cereyan eden
ahvale, hâsıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine girilemediği anlaşıldı.
Yirmi dört saatten
beri devam eden muhabere askerin pek ziyade yorgunluğunu mucip olmuştu. Onun
için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat kazanılmış olan hattı takhim
etmekten, orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Binaenaleyh
lâzım gelen emri verdim.
Kıymetli bir harp
tarihi vesikası olmak üzere Paşadan bu emrin son sözlerini aldım. Diyor ki:
"Benimle beraber
burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi
edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım geri gitmek yoktur.
Hâb ü istirahat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin
ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım.
Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe
yorgunluk âsarı göstermeyeceklerine şüphe yoktur."
Mustafa Kemal Paşa'nın
umum Arıburnu kuvvetlerine şamil olan kumandanlığı 4 Mayıs 1331 gününe kadar
devam etmiş, bu müddet zarfında cereyan eden vak'alar içinde öyle mevziî mütekabil
taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. Fakat cidden kahramanlık sahneleri
var. Meselâ bakınız Paşa ne anlattı:
- Biz ferdi kahramanlık
sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vak'asını anlatmadan geçemeyeceğim.
Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak...
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler
onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle
biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak
bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı
Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimei şahadet çekerek
yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve
tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran,
bu yüksek ruhtur.
Paşa, Arıburnu
kumandanlığından ayrılıyordu. Fakat gece olmuştu. Ben de Paşadan ayrılmaya mecburdum!
Kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün sonra diğer safhalar hakkında malûmat
almak için tekrar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım.
Bana Kanije müdafil
Tiryaki Hasan Paşa ile, yahut Pilevne aslanı Gazi Osman Paşa ile görüşmek mukadder
olsaydı bugünkü muhavereden daha fazla mı bir heyecan duyacaktım?