ANAFARTALAR
KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT
Üçüncü Safha
Anafartalar
-Cidden sizi yorduk.
Bu hikâyeler uzadıkça uzadı. Vak'alar o kadar çok, o kadar mühimdir ki bilmem
hangisini atlasak!
-Yorulmam efendim...
Bilhassa böyle milletin hayatıyla alâkadar olan bir meseleyi dinleyip bütün
karilere de nakledebilmek benim için büyük ve samimî bir zevktir.
-Pek iyi. O halde
kahvelerimizi içer içmez başlarız.
-Gece karanlığında
yerinizden çıkıyor ve yeni memuriyetinize gidiyordunuz.
-Evet, zulmeti
leylden dolayı yol bulmakta birçok sıkıntı çektikten sonra 27 temmuz saat 1.30
evvelde Gümbürdek bayırının cenubunda bulunan grup karargâhına vardım.
Taarruz fecirle
başlayacaktı. Vaktim pek azdı. Herkesin malûmatından istifade etmek için tekmil
erkânı harbiye heyetini yanıma çağırdım. Benim bu anda anladığıma göre düşmanın
Kireçtepe, Kükürtlüpınar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı katîyetle
malûm değil - , mühim fakat yine miktarı gayri muayyen diğer kuvvetlerinin de
Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayırı'nda bulunduğu ve mütemadiyen Kemikliler'e
ihracata devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de kuvvetlerimi ona göre tertip ettim.
Fakat henüz telefon irtibatı yoktu. Lâzım gelen kumandanlara emirleri birer
zabitle fırkalara yolladım. Bu zabitler aynı zamanda haber ve irtibat zabiti
olacaklar, bana bizzat doğrudan doğruya rapor vereceklerdi. İşte o zabitlerden
biri de budur, diye yaverini gösterdi.
Yaveri, tıknaz,
esmer, az bıyıklı, hem sert ve hem mutî bakışlı genç bir yüzbaşı idi (rahmetli
mebus Cevat Abbas Bey). O anda tetkik edilen evrakı tasnifle meşgul oluyordu.
Paşa devam etti:
-Telefon sesi,
umuru sıhhiye ve iaşe için de icap eden emirleri verdim. Kendim de, taarruzu
bizzat idare etmek için saat 4.30 evvelde Çamlıtepe şimalindeki tepelerde bulunan
tarassut mahalline gittim. 12'nci fırkanın taarruzî harekâtına başlamış olduğunu
gördüm. 7'nci fırka kıt'alarının kâffesini göremiyordum.
27 temmuz 5.50
evvelde 12'nci fırka, taarruzunun ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu.
7'nci fırkadan ve taarruza başlandığına dair malûmat alındı. Taarruz her iki
fırkada muvaffakiyetle devam etti. Artık o günkü muharebenin muhtelif safhalarda
sevk ve idaresi için verilmiş emirlerle alınmış raporlar ve sair teferruatı
icraîyeden sarfı nazar edelim de neticeyi söyleyelim: Şuhla şarkında bulunan
düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta istikametinde de bir fırka kadar kuvveti
mağlûp edilmiş ve kâmilen gayrimüsait bir vaziyete atılmıştır. Ben mağlûp düşmanın
bu derece faikıyetini gördükten sonra kazanılan muvaffakiyetle iktifa ettim.
Taarruzu durdurdum. Elde edilen siperlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini
emrettim.
-Bu kadar faik
olduğunu söylediğiniz bir kuvvet böyle, bir gün içinde neden mağlûp oldu?
Paşa, masasının
üzerinde duran kitabı açarak:
-Bunun cevabını
en iyi Hamilton'un kendi raporunda okuyabilirsiniz? Benim o gün gördüğüm sebep
şudur: Düşman muhtelif kollarla topu nizamda olarak ilerliyordu. Bu yürüyüş
kolları önlerinde henüz ne hiçbir mevcudiyete, ne de hiçbir faaliyete tesadüf
etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bulundurmakla
iktifa etmişlerdi. Bir taraftan kuvvetli ve fedakâr avcılarımızın hâkim sırtlardan
inerek mezkûr düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın
isabetli şarapnellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda
inzibatı da, kuveyi mâneviyeyi de, kumandayı da ihlâl etti. Baş taraftan tardedilen
hafif avcı hatları bu sebeple geriden takviye olunamadı. Düşman da kâmilen gözlerini
geriye çevirmek ve kaçmak tarikını tercih etti. Filhakika düşman kolordusunda
kumandanların müessir olmadığını da Hamilton bilâhare itiraf etmiştir. Fakat
benim istiğrap ettiğim cihet Hamilton'un bizzat kendisi de oraya geldiği halde
emrini yine infaz edememiş olmasıdır. Her halde Hamilton da dahil olduğu halde
İngiliz kumandanları beyninde çok müzakere, çok tereddüt olması, ve bilhassa
mes'uliyet korkusu, bize kendilerini mağlûp etmek fırsatını bahşetmiştir. Filhakika
mes'uliyetten korkan kumandanların hiçbir vakit icap eden kararları veremediklerini,
bunun neticesinde ise acı felâketler husule geldiğini bizzat ben de muhtelif
zamanlarda görmüşümdür.
O gün ihraz olunan
muvaffakiyet pek ziyade şayanı memnniyettir. Fakat vaziyeti umumîyenin ıslah
ve temini ve binnetice payitahtın tamamen emniyetli bir surette muhafazası noktai
nazarından beni henüz tatmin etmiyordu. Çünkü düşman üç gündür Arıburnu ile
Azmak arasında başkaca mühim kuvvetlerle icra ettiği mütevali ve fedakârane
hücumlar sayesinde Conkbayırı ve Şahintepe'de mevcut tehditkâr vaziyete sahip
bulunuyordu. Filhakika Hamilton bütün Kocaçimen silsilesine malik olmak noktai
nazarından Conkbayırı'ının zabtını muvaffakiyetine beraeti istihlâl addediyor,
bu mevzii, mihveri harekât addediyordu.
Conkbayırı ve Şahintepe'nin
muhafazası için benim kumandayı deruhde ettiğimden evvel orada muharebe eden
askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakârlık gösterdiğini kemali takdirle
yâdederim. Ancak şunu da ilâve etmeye lüzum görüyorum ki: Bu kıt'alar pek ziyade
zayıflamış ve yorulmuş buluyordu. Fakat yeniden iki piyade alayının tahtı emrime
gireceğine dair olan malûmat beni, vakit geçirmeksizin yeni icraatta bulunabileceğime
ikna etmiş oluyordu. 27 temmuz günü öğleden sonra saat üçte Conkbayırı ve Kocaçimen
mıntakasında bulunan 8'inci ve 9'uncu fırka kumandanlıklarına telefonla dedim
ki: "Bu gece Conkbayırı'nda kendilerinden büyük faaliyet talep edeceğim
iki piyade alayı için orada bulunan kıtaat vasıtasıyla hiç olmazsa sıcak bir
çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok muvafık olur."
O günkü muharebeyi
idare ettiğim mahalli terkedip Çamlıktekke'deki karargâhıma gelirken yolda Liman
Pş. Hazretlerinin yaverleri müşarünileyh tarafından beni tebrik etmek üzere
geliyordu. Müşarünileyhin de karargâhıma gelmiş bulunduğunu haber verdi. Conkbayırı'nda
düşmana icrasını tasmim ettiğim taarruzun yakından ihzar ve idaresi için bizzat
hemen oraya hareket etmek üzere kendisinden ayrıldım. Müşarünileyh beni bizzat
ateşin içine girmekten sıyanet etmeyi düşündü. Fakat başka türlü de, yapılacak
hareketin neticesinden emin olamayacağımı takdir ederek muvaffakat etti. Erkânı
harbiyemle birlikte Çamlıktekke'den Kocaçimen istikametine teveccüh ettik. Düşmanın
bir tayyaresi semti resimize geldi ve bizi takibe başladı. Artık zarurî olarak
bütün refakatim heyeti sağa sola açılmak mecburiyetinde kalmış, bunun neticesinde
yollarını şaşırarak ve karanlığa kalarak ertesi güne kadar buna mülâki olamamışlardır.
Ben, benden ayrılmayan
süvari ihtiyat zabitlerinden Zeki Efendi ile tutuğum yolu takibe devam etmeyi
zaruri gördüm. Kocaçimen üzerinden Conkbayırı'na gitmek istedim. Fakat bu yol
İngilizler tarafından tutulmuş olduğu için ateşe maruz kaldım. Daha cenuptan
dolaşarak Conk sırtının şark yamaçlarında bulunan ... inci fırka karargâhına
vâsıl oldum. Kıt'aların ahvali dahiliyelerini tetkik ettikten sonra bana hazırladıkları
çadıra çekildim. Zaten gece de hulûl etmişti. Lâzım gelen emirleri verdim. Taze
kuvvetlere intizar ediyordum. Bu kuvvetler ise yukarda bahsettiğim iki alaydı.
Bunlardan birisi pek geç vâsıl olabilmiş, diğeri ertesi gün ancak muvaffakiyet
istihsalinden sonra gelebilmiştir. Bu sebeple kumandanlar ve erkânı harpleri
kuvvete nazarı dikkatimi celbettiler; vakıâ hakları vardı. Fakat ben muvaffakiyeti
çok kuvvete malik olmaktan ziyade elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet vermekte,
ve onları benim tasavvur ettiğim gibi kullanabilmekte görüyordum. Geçirilecek
zaman bizden ziyade düşmana faide bahş olacaktı. Onun için bütün mütaleata rağmen
sureti kat'îyede taarruz edecektim. Hazırlanmaları bitince baha bildirmelerini
kıt'alara emrettim.
-Peki, bu az kuvvetle
ne türlü bir hücum tertip edecektiniz?
-Gayet basit!...
Conkbayırı'ndaki ve Şahintepe'deki düşman karşısında duran kuvvet ...inci fırkaya
aitti. Yeni gelecek alaylar bu hattın gerisinde ve hemen yakınında toplu saffı
harp nizamında ahzı mevki edeceklerdi. Hareket fecirle beraber başlayacaktı:
Hiçbir tüfek, top ve bomba patlamaksızın süngü ile, düşman üzerine atılmak!
-Demek ki o gece
bizimkiler pençelerini içeri alıp pusu kuracaklardı. Ve İngilizler o sabah güneşin
parıltısı ile uyanmayacaklar, süngülerimizin pırıltısı ile kamaşıp düşeceklerdi.
Fakat zatıâliniz, anladığıma göre kaç gündür uykusuz kalıyorsunuz. Hiçbir yorgunluk
duymuyor mu idiniz?
-Tabiî duyuyordum.
Ve bu muharebe yorgunluğunu hiç olmazsa telâfi ederek ertesi gün hücum anında
zinde bulunabilmem için çadırımda yalnız kaldım. Fakat buna imkân var mı idi?
Birçok sebeplerle, birçok zevat yanıma gelmek mecburiyetinde kalıyordu. Aynı
zamanda bütün grup cephesinin muhtelif kısımlarından heyecanlı raporlar alıyordum.
Meselâ, düşmanın Eçe limanı önünde nümayiş için dolaştırmakta olduğu boş gemileri
görmesi üzerine İngilizlerin mezkûr limana asker çıkarmakta olduğunu bildiren
raporlar gibi... Geceyi işte bu tarzda geçirmiş bulunuyoruz.
Mustafa Kemal Paşa'nın
tasavvur ettiği hücum 28 temmuz günü takriben saat 4.30 evvelde başlıyor. Hücumu
seyretmek üzere Paşa da asker ve kumandanlara mülâki oluyor.
Fecir başlamış,
ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. Fakat Paşa hücum anının gecikmekte olduğunu
görüyormuş. "Halbuki buteahhür biraz daha uzayacak olursa ortalık tamamen
açılacak, bizim kesif bir yığın halinde bulunan hücum kıta'alarımızı düşman
görecek, karadan ve denizden namütenahi topların bombardımanına maruz kalacaktık,
belki de bu bir felâket olacaktı." Müthiş heyecanlı bir buhran anı değil
mi? Mustafa Kemal Bey derhal oradaki kumandanlarla beraber kaçmaya hazırlandığını,
fakat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. "Bunun için benim ileriden
kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen hepiniz düşmana atılacaksınız"
demiş. Beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince zabitan ve efradın
tereddütsüz bir aslan savletiyle düşmana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun
karşısında düşmanın kâmilen ezildiğini, hiç silâh kullanmak fırsatına vakit
bulamamış olduğunu anlamış.
-Ortalık açıldıktan
sonra idi ki, diyor, düşman hakikaten Conkbayırı'nı cehenneme çevirmişti. Denizden,
karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri Conkbayırı semasında
bitmez tükenmez yıldırımlar vücuda getiriyordu.
Buraya kadar muhaveremizi
sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, paşanın yaveri, kalın, sertliği
hoşa giden bir sesle:
-Bu şarapnel misketlerinden
bir tanesi de Paşanın göğsünü okşamıştır! dedi.
-Nasıl? dedim.
Paşa tespihi ile
oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün
sol tarafındaki nişan kordeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu:
-Bulunduğumuz yer
tamamen muhacimlerin arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne
bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duymuştur.
-Evet, sağ tarafta
ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan zabit (rahmetli Nuri Conker
Bey) "efendim, vuruldunuz" dedi. Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin
kuvvei maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm.
Elimle zabitin
ağzını kapadım.
"Sus"
dedim.
Cevat Bey devamla:
-Bir şarapnel misketi
göğsünün sağ tarafında tamam saatinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça
parça oldu. Fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka
ileri geçmemiştir, dedi.
-O saat sizin için
tarihî bir saattir. Görebilirmiyim efendim dedim.
Paşa:
-O saatin enkazını
bu muharebeden sonra Liman Pş. Hazretleri hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin
ailei asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler.
Cevat Bey saatini
gösterdi: Omega markalı siyah bir saat: Arkasında bir taç ve "L.Z."
markaları. Paşanın kırılan saati de Mektebi Harbiye'den beri sakladığı Omega
markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. Cevat Bey Zenith markalı bir bilezik
saati de gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşa'ya o kurşun değdiği esnada yanında
bulunan genç mülâzim vermiş.
Askerinin bu kadar
yanına giden, onlara ön ayak olan bir kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına
aklım eriyordu.
-Peki, siz bu yaranızla
uğraştığınız esnada askerleriniz ne yapıyordu? Hücuma devam ediyor mu idi?
-Tabiî. O kahramanlar,
başlarında fedakâr zabitleri olduğu halde gayrikabili tevkif sevletleriyle ilk
düşman hattını bire kadar boğdular. Bundan başka önlerine tesadüf eden, imdada
gelen bütün düşman kıt'alarını perişan ettiler. Hattâ bizim münferit aksamımız
boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence maksat hâsıl
olmuştu. Karşımda bulunan İngilizleri kâmilen imhaya kalkışacak kadar, şeraiti
müsait tasavvur etmiyordum. Onun için verdiğim emirle taarruzu kestim.
Conkbayırı'nda
ve Şahintepe'de yerleştik kaldık. Bu muhaberede düşmana binlerce maktul, binlerce
mecruh verdirdik. Birçok esliha aldık. O cephede bulunan makineli tüfeklerini
iğtinam ettik. Birçok da esir alındı.
Bu hücumumuz Sir Hamilton'u bazı mübalâğalı tasvirlere sevketmiş. Bunu sonra,
raporunu okuduğum zaman anladım. (Raporu açıp orada bir sahife arayarak) bakınız,
müşarünileyh diyor ki: "Askerlerini biz, mevcut bilcümle toplarımızla topa
tutturmuşuz." Bu doğru değil, tabanca bile attırmadım. Çünkü, attırsaydım
o zaman baskın tarzında yapmak istediğim hücum muvaffak olamazdı. Zaten onun
askerleriyle benim askerlerim değil, bizzat benim ve kumandanlarımın onlarla
arasındaki mesafe ancak 15-20 hatve idi. Bu kadar yakın mesafede düşman hattına
topçu endahtına imkân olmayacağı erbabınca malûmdur, bahusus gece vakti... Bir
de Hamilton iki taburunun boğazlanıp haki helâke serildiğinden bahsediyor. Bu
doğrudur. Fakat bizim 28 temmuzda Conkbayırı'nda yaptığımız hücumla mağlûp ettiğimiz
İngiliz kuvveti Arıburnu ve Damakçık bayırı arasındaki mıntakada bulunan tekmil
kuvvetleridir. Bu meydanı harpte şan ve şeref kazandıklarından bahsettiği General
Kayley, bütün erkânı harbiyesiyle beraber maktul düşen General Baldwin, tehlikeli
surette yaralanan General Koper nerelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura
mı?
Galip askerin,
doğruyu söylemeyen mağlûp askere karşı esirgeyemediği tezyif tebessümü Paşada
pek vazıhtı.
-Maamafih, dedi,
Sir Hamilton'un askerimizin hücumunu tasvirdeki maharetini pek takdir ederim.
Doğrudur! Onun kullandığı tabirleri istimal ederek diyebiliriz ki bu muhaberede
askerlerimiz İngilizler için o gün bir afet oldular. Önlerinde durmaya yeltenenleri
haki helâke serdiler. Conkbayırı tepesinin zirvesini tamamen tarayıp temizlendikten
sonra, yine Hamilton'un tâbiriyle söylüyorum, kovanından çıkan arı sürüleri
gibi, güç halle yakalarını muhakkak bir ölümden sıyırabilen öteki kollar üzerine
saldırdılar. "İngilizler için bu derece nevmidâne ve hunrizâne olan muharebenin
tafsilâtı asla ve asla sahaifi evrak üzerine konamaz. Türkler birbiri ardınca
meydanı kâru zare atıldılar. Ve ismullahı zikrederek hakikaten pek gazanferâne
ve şirâne harbettiler" diyor. Bu hücumlara karşı duran İngiliz efradı,
oldukları yerde telef oldular.
Ha, bir şey daha
söylemeli. Hamilton askerimizin ma'reke meydanında yorulmuş oldukları, tükenmiş
oldukları zehabında bulunuyor. Aldanmıştır zavallı. Bizim askerimiz hücum için
vermiş olduğum emirde olduğu gibi, tayin ettiğim hatta durmalarına dair olan
emrimi de aynı itaat ve gayretle tatbik etmekten başka bir şey yapmamışlardır.
Bu muharebenin daha fazla tafsilâtını yine Hamilton'un raporunda okumak mümkündür.
Onun için biz bu kadarla iktifa edebiliriz. Yalnız şunu diyeyim ki 29 temmuzda
vuku bulmuş olan Conkbayırı muharebesi Anafartalar muvafakiyetinin en şanlı
safhasıdır.
Yaver Cevat Bey,
bu muharebelerde askerimizin gayet şiddet ve gayretle hareket ettiklerine dair
izahat verdi, misaller getirdi. Onlardan biri de şu ki kuvvei mâneviyesi yerinde
olan, mafevklerinin fedakârlığına tamamen inanan askerde mevcut kuvvetli ruhu
göstermek itibarıyla mühim buldum. Sıhhiye efradımız bir yerde istirahat ediyorlar
ve yemek yiyorlarmış. Tam o esnada bir obüs yakınlarına düşmüş. Askerler bir
müddet toz duman arasında kalmışlar. Sonra o sis sıyrılır sıyrılmaz görmüşler
ki o askerler arka üstü yatmış kahkaha ile gülüyorlar, kendilerine zararı dokunmamış
olan obüsle alay ediyorlar.
Paşa dedi ki: 29.
30. 31 temmuzda, 1 ve 2 Ağustos'ta büyük mikyasta hadisat yoktur. Olanlar da
sizi alâkadar etmez.
3 Ağustos muharebesi (Kireçtepe): Kireçtepe Anafartalar muharebe cephesinin
sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. Düşman 2 Ağustos günü akşam saat 6.30
sonrada bir liva kadar kuvvetiyle grubun sağ cenahına taarruz ve Kireçtepe'nin
bazı aksamını zaptetmişti. Fakat aynı gece kıt'alarımız tarafından yapılan mukabil
taarruzla Kireçtepe mevzii istirdat edildi. Düşman 3 Ağustos günü daha faik
kuvvetlerle tekrar Kireçtepe'ye taarruz etti. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan
bu taarruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedabir etmek üzre mezkûr cephe
gerisinde Turşun köyündeki fırka karargâhına gittim. Kireçtepe muharebe meydanında
kâfi miktarda kuvvetlerin seian toplanması lüzumu tezahür etmişti. Onun için
istifadesi mümkün olan cüzütamları celbetmek suretiyle öğleye kadar 12 tabur
cem'ine muvafak oldum. Celbolunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı.
En nihayet, erkânı harbiyemden icap edenlerle beraber bizzat ben de muharebe
hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden
tek bir yol vardı. Bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahile
yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen ateş altında bulunduruluyordu.
Bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gördüm. Havyandan
indim, kolun başına ve mecburî tevakkuf olunan noktaya geldim. Filhakika oradan
ileri geçmek mevtle kat'î olarak temas etmek demektir. Halbuki bugün bu kıt'aların
ileri geçmesi lazımdı. Arkamdan ve birbirinden fasıla ile erkânı harbiye reisi
ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra, tevakkuf eden kıtaat kumandanlarına "geçeceksiniz"
dedim. Parça parça koşmak suretiyle arzu edilen kıt'alar geçirildi. Bu muharebenin
neticesinde düşman hareketi akim bırakıldı, evvelkinden daha hâkim bir vaziyet
alındı.
Yaver Cevat Bey
o gün arkadaşlarına o tehlike içinde hizmet gören bir askeri anlattı: Kimsenin
geçemediği ateş içinden kemali itidal ve tevekkülle yürüyerek ilerdeki arkadaşlarına
yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakâr genci Paşa, yaverinin göğsündeki nişanla
hemen orada taltif etmiş.
Paşa dedi ki: 4
ağustostan 6 ağustosa geçeceğim. Hattâ isterseniz 8 ağustos'a geçeceğim. O gün,
yani 8 ağustosta sabahtan itibaren düşmanın bir taraftan diğer tarafa asker
sevketmekte ve gemilerden bazı kıt'alar çıkarmakta olduğu görülüyordu. Bununla
beraber cephede sükûnet vardı. Öğleden evvel Küçük Anafartalar garbında bulunan
kıt'alar nezdine gittim, tertibatta bazı tadilât yaptım. Karargâha avdetimde
vaziyeti daha meşkûk görüyordum. Onun için, ihtiyatta bulundurduğum fırkalara
derhal silâh başı etmelerini telefonla emrettim. Bu esnada idi ki gittikçe mütezayit
top sesleriyle beraber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. Bu taarruz Küçük
Anafarta köyünün sureti umumîyede garbında bulunan fırkalarımıza, Yusufçuk tepesi,
İsmailoğu tepesi ve Azmak ile Kayacık ağılı arasındaki sahaya karşı idi. Taarruz
olunun cepheye sevkolunabilecek kuvvetler Turşun köyü şimaligarbîsindeki 9'uncu
fırka ile Sivli köyü civarında bulunan 6'ncı fırka ve 8'inci ve 4'üncü fırkaların
ihtiyat kuvvetleri idi. 9'uncu fırka evvelâ tahrik olundu. 7'inci fırkayı Süliecek
ve İsmailoğlu tepesi mıntakalarında takviye etmesini, diğer bir fırkanın Küçük
Anafarta üzerine yürümesini, diğer fırkalara, düşmanın topçuları ile taarruz
etmekte olduğu istikametleri ateş altına almalarını, hulâsa bütün cephede icap
eden tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak, düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim
ihtiyat kuvvetleri muvasalat edebilmek için zaman geçecekti. O zamanı kazanmak
lâzım geliyordu. Elimde bir süvari livası da vardı. Bu süvari kıt'asının mevcudiyeti
bende şöyle bir hatıra uyandırdı:
Fransızlar Seddülbahir
cephesinde piyadelerinin hücum hatları önünde bir süvari kıt'asını, yayılmış
olduğu halde bizim hattımıza saldırtmışlardı. Bu Fransız süvarilerinin ateş
karşısında bi-muhaba ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalöresk
bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar, ve ötesi yok işte, ölüme kucak
açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilerini feda ediyorlardı.
Bu ne tasvir edilecek cesaret ve fedâkarlık levhasıdır!
Binaenaleyh derhal
bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. İsmailoğlu tepesine taarruz
eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle tevkif etmesini kendisine emrettim. Pek
kıymetli bir süvari kumandanı olan bu arkadaşımız bütün cesareti necibesini
bu münasebetle izhar etti. Bana arzu ettiğim zamanı kazandırdı. Düşmanın deniz
ve kara topçuları İsmailoğlu tepesi ile Azmak deresinin şimal ve cenubundaki
mevzilerimizi şiddetle bombarduman ediyordu. Henüz natamam olan siperlerimiz
barınılmaz bir hâle geliyordu. Bilhassa, Yusufçuk tepesine düşman bataryaları
ateşlerini temerküz ettirmişlerdi. Düşman bütün cephe üzerine piyadesiyle de
taarruz ediyordu. Topçularımızın, piyadelerimizin kemali metanetle icra ettikleri
ateş sayesinde bütün bu cephelerdeki düşmanın ilk taarruzu telefat ile püskürtüldü.
Öğleden sonra 4 ile, 4.50 raddelerinde tahminen bir fırka kadar düşman kuvvetinin
birbirini müteakip birkaç kademe olan Lâletepeden ilerlemekte olduğu görüldü.
Bu düşman kuvvetleri Mestantepe ve Kayacıkağılı'na doğru yanaşıncaya kadar pek
çok telefat verdi. Ve birçok defa tevakkufa mecbur oldu. Bazı aksamı darma dağınık
bir hâle geldi. Fakat herhalde ilk taarruza yapan düşman kıt'atı takviye olundu.
Ve ikinci defa olarak tekrar taarruza kalktı. Bu defa da Yusufçuk tepesine karşı
vaki olan hücum defedildi. Yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi
üzerine orası derhal takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan
da atıldı. Düşman saat 6 sonraya doğru taarruzunu faik kuvvetlerle ve efradı
İngiliz asılzadelerinden mürekkep ikinci süvari yaya fırkası ile üçüncü defa
olarak tekrar Yusufçuk tepesine girdi. Tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak
icra ettiğimiz taarruza düşmanı o tepeden attık. Hakimiyet bizde kaldı. Düşmanın
Azmak cenubunda yaptığı taarruzlar da püskürtüldü. Bu suretle 8 ağustosta düşmanın
lâakal biri taze olmak üzre üç fırka ile yaptığı taarruz neticesinde on beş
yirmi bin kadar zayiatı oldu.
Düşmanın maksadı
bence Kayacıkağılı, İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerini zaptederek cephemizi yarmaktı.
Ve bu hat dahilinde şarka ilerleyecekti. Filhakika pek büyük azim ve inat ile
müteaddit taarruzlar yaptı. Kıt'alarımızın ve başlarında bulunan kumandanlarla
zabitlerimizin metanetleri, fedakârlıkları sayesinde düşmanın hücumları göğüs
göğüse, süngü süngüye karşılanarak imha edildi. Neticei muvaffakiyet de bizde
kaldı.
Paşa, General Hamilton'un
raporunda, aynı güne tesadüf eden vakayii hikâye eden sahifeleri yüksek sesle
okudu ve bana dedi ki:
-Görüyor musunuz,
işte o da bu mağlûbiyete kabul ediyor. Yalnız tasavvur etmediği müşkülâtı bu
mağlubiyeti sebep gösteriyor. Halbuki benim ve kıt'alarımın içinde bulunduğumuz
müşkülât, muhakkak ki onlarınkinden daha az değildi. Ve kendi ifadesine nazaran
"üç fırkadan da fazla olduğu anlaşılan ve bahusus damarlarında bir damla
İngiliz kanı cevelân eden her bir ferdi iftiharından lerzedar eyleyecek derecede
ulvî bir manzara" arzettiğini söylediği İngiliz asılzadeler fırkasını mağlûp
etmek için benim kullandığım kuvvetlerin miktarını Hamilton tarihi harpte okuyacağı
zaman Türk askerlerini, Türk zabit ve kumandanlarını herhalde bu İngiliz fırkasının
ulviyetinden daha âli bulacaktır. Bundan eminim. Sir Hamilton mezkûr fırka efradı
için diyor ki: "Bu derece güzide efrada zamanı hazır muharebatında pek
ender tesadüf olunur". Bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34'üncü ve
64'üncü alaylarımızın -ki onları mağlûp etmiştir- efradına dünyanın hiçbir ordusunda
tesadüf etmek ihtimali olmadığı itiraf olunmalıdır. Yalnız Sir Hamilton'u parlak
gayesine muvaffak olmaktan men'ettikleri için İngiliz kumandanın "Türkler
ikinci yaya süvari fırkasının, kendilerinin gırtlaklarına yapışıp bir haddi
tedip yemekten kendilerini kurtardıkları için pek talihli imişler" sözünü
pek bayağı bulurum. Ve buna mukabil şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun addederim.
İngiltere'nin baisi iftiharı olan ikinci Mavend yaya süvari fırkası efradının
temiz kanlı ve mert Türk kahramanları karşısında dayanamadıkları bence bizim
için daha şayanı iftihardır. Hakikaten Türkler takati beşerin fevkinde bir kudret
göstermişlerdir.
Şimdi gelelim 13
ağustos muharebesine. Anlıyorsunuz ki sekizden on dörde kadar olan günlerin
hadisatından bahse lüzum görmüyorum.
14 ağustos Kayacıkağılı
muharebesi: O gün düşman kesif topçu ateşiyle Kayacıkağılı cephesinde bulunan
fırkamızı ateş altına alarak oradaki siperlerimizi döğmeye başlamış. Bu ateş
öğleden sonra saat dörde büsbütün kesbi şiddet etmiş. Buna gemi topçuları da
iştirak etmekte imiş. Mustafa Kemal Bey, düşmanın o cepheye bir taarruz hazırlamakta
olduğuna kat'î bir surette hükmetmiş. Oradaki fırka kumandanına, böyle bir taarruza
mukabele maksadıyla hazırlanması için icap eden emri vermiş. Aynı zamanda mümkün
olan tekmil topçularına da o istikamette ateş açtırmış. İhtiyat fırkalarından
birine de hazırlık emri verilmişti. Filhakika düşman mezkûr cepheye taarruz
etmiş.
Mustafa Kemal Bey,
oradaki fırka kumandanından vazıh haber alamadığı için, kendisine telefonla
şu emri veriyor:
"İlerideki
kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bulunmadığını anlayarak meteessir oluyorum.
Her halde birinci hatlar teksif edilmeli. Düşmanın hücumu halinde derakap süngü
ile karşılanacak surette ihtiyat taburları birinci hatta takrip edilmeli. Bunun
böyle yapıldığından ben emin olmalıyım. Rica ederim icraatınızı hemen bildiriniz".
Aynı zamanda demin bahsettiği ihtiyat fırkasını da o cepheye hareket ettirmiş.
Erkânı harbiyesinden Pertev Bey'i de haber zabiti olarak oraya göndermiş. Almakta
olduğu haberler natamammış. Bununla beraber düşmanın siperlerimize girmiş olduğuna
kanaat getirmiş.
"Fırka kumandanının
verdiği haberlerle vaziyet tenevvür etmiyordu. O kadar ki bu fırka kumandanına
muğber oluyordum. Saat 6.15 sonrada da kendisine bu emri verdim" dedi.
-Mümkünse lütfen
okur musunuz?
-Ben şu habere intizar ediyorum: Siperlerimize giren düşman mahvedilmiş, düşman
siperlerine askerlerimiz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence haizi ehemmiyet
değildir. İşte bu emri verdim.
-Netice ne oldu efendim?
-Bu emirden sonra gelen raporlarda da vuzuh yoktu. Bunlarda, hareketin iyice
hava karardıktan sonraya talikine müsaade etmem talebinde bulunuyordu. Bunun
üzerine yeni bir emrimde dedim ki: "Düşmanın tardı için gecenin hulûlünü
bekleyerek bir an bile kaybetmek kat'îyyen caiz değildir. Düşman da karanlıktan
bilistifade fazla takviye kıt'aları alır. Faalâne hareket ederek düşmanı hemen
tardetmeniz matluptur. Gönderdiğim takviye kıtaatı ile irtibat peyda ediniz.
Onları cephe gerisine yaklaştırınız ve bana bildiriniz."
Bu fırka cephesinde
o gün ve bütün gece sabaha kadar müteaddit defalar kanlı boğuşmalar olmuş. Neticede
düşman maksadını elde etmekten mahrum kalmış. Bundan başka bizim için pek parlak
bir muvaffakiyet denecek derecede de fazla zayiata uğramış.
14/15 gece yarısından
sonra düşman Mestan tepeden Yusufçuk tepesine taarruza teşebbüs etmişse de piyade
ateşlerimizle bu da bertaraf edilmiş.
Paşa dedi ki:
-İşte bu Kayacıkağılı
muhaberesinden sonra nihayete kadar artık ciddî hiçbir muhabere vukubulmamıştır.
Bu uzun müddet zarfında gerek biz gerekse düşman tahkimat ve tertibatla iştigal
ettik. Bütün tafsil ettiğimiz bu muhaberelerde düşman pek büyük zayiata duçar
olduğu ve bizim tahtı hakimiyetimizde kalmaktan kurtulamadığı için bütün ümitleri
kırıldı. Ben 27 teşrinisanide rahatsızlandım.
-Demek her gün
sarsıp emellerinden uzaklaştırdığınız düşmanınızın kaçtığını görmediniz.
-Hayır! Fevzi Paşa.
Haz. ni (Mareşal Fevzi Çakmak) yerime tevkil ettim. İstanbul'a geldim.
-Firar haberini
nereden aldınız efendim?
-Zannederim on
gün sonra, İngilizlerle Fransızların topraklarımızdan kaçtığını İstanbul'da
işittik. Bilâhare erkânı harbiye reisimin buna dair verdiği rapora istinaden
İngilizlerin bu hareketini izah için, başka kelime aramaya lüzum görmüyorum.
Bu tabirin bütün vüs'ati mânasıyla kaçtılar, kaçtılar diyeceğim. Bu, kendilerince
muvaffakiyetli bir kaçıştır, dedi.
Ve gülümsedi.
Bu kadar zaman
bana şu hulâsaları vermek için yorulan kıymettar zata teşekkürler ettim. Ve
askerlik hayatına İstanbul'dan Yafa'ya sürülmekle başlayan, Hareket Ordusu gibi,
Trablusgarp ve Balkan muharebeleri gibi memleketin en tehlikeli zamanlarında
can verircesine vazife başına atılan bu kahramanın elini sıktım. İçimde ona
karşı derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu ruhu ile derin bir şükran olduğu
halde yanından ayrıldım.