ATATÜRK
VE KASTANİYET FASLI ATATÜRK'ün sofrası,
bütün memleket meselelerinin görüşüldüğü bir toplantıydı. Sabahın ilk saatlerine
kadar süren bu fikrî çalışmaların yerini bazen de saz, söz ve eğlence saatleri
alırdı. Dolmabahçe Sarayı'nda böyle bir dinlenme günleriydi. Memleketin en seçme
hanende ve sazendeleri meclistedir. ATATÜRK'ün ve sofra arkadaşlarının sevdiği,
seçilmiş parçalar çalınmaktadır.
Bir ara ATATÜRK:
- Şimdi bir kastaniyet
çalan olsa da dinlesek, der.
Sazendeler birbirlerine
bakışır, sofradakilerden biri:
- Paşam der, tanıdıklarımdan
biri fevkalâde kastaniyet çalmaktadır, emir buyurursanız getirtelim.
ATATÜRK:
- Kim bu zat? diye
sorar.
- Eski ve merhum
valilerden Asaf paşanın oğlu Şerif Sürmeli adında bir arkadaş efendim.
- Vakit gecikti,
rahatsız etmiş olmalıyım.
- Hayır paşam,
ehl-i zevktir, geç yatar.
Şerif beyin evinin
adresi verilir. Bir motosikletli polis hemen yola çıkarılır...
Olayın gerisini
Şerif bey şöyle anlatmıştır:
Şiddetli bir zil
sesiyle yataktan fırladım. Kapı acı acı çalınıyordu. Refikam da yataktan fırlamıştı.
Saate baktım, gece yarısını geçiyordu.
Refikam aşağıya
inip kapıyı açtı. Kalın bir erkek sesi, beni soruyordu. Merakla kapıya indim,
resmî bir polis:
- Benimle beraber
buyurun, dedi. Şimdi sizi saraydan istiyorlar.
- Ne yapacaklar?
- Bilmiyorum, öyle
emir aldım.
- Peki müsâde ediniz
de giyinip geleyim.
- Acele çağırdılar,
bir saniye bekleyecek vaktimiz yoktur.
- Böyle pijama
ilemi geleyim.
- Elbisenizi üstüne
giyiniz.
Dediğini yaptım
ve motosikletin hasırına kuruldum. Refikamın endişeli bakışları arasında, rüzgâr
gibi uzaklaştık.
Heyecandan titriyordum.
Saraya girdiğim zaman, beni aile dostlarımızdan X bey karşıladı. Pijamalı ve
perişan hâlimi görünce:
- Bu ne hal? Diye
bir hayret sayhası fırlatmaktan kendini alamadı. Hâdiseyi anlattım. Gülerek:
- Heyecanlanacak
bir şey yok dedi, ATATÜRK'e kastan yetini methettim haydi, kastanyetini de al
gel.
Mesele anlaşılmıştı,
ama sinirlerimin de zenbereği boşalmıştı. Saraya döndüğüm zaman, heyecanımı
hâlâ teskin edememiştim. Dostuma:
- Aman dedim, rakı.
Bu ruhî halle ATA'nın karşısına çıkamam.
ATA'nın hususi
rakısından üstüste birkaç duble yuvarladıktan sonra, huzura girdim, takdim edildim.
Karşısında yer gösterdiler.
Kastanyetin birinci
faslı, heyecanımı tamamen bastıramadığım için beni tatmin etmemişti. İkinci
faslında kastanyet parmaklarımın arasında bülbül gibi şakıyordu. Nağmeden nağmeye
atlayarak, tahta parçalarından en sihirli sesleri çıkarmaya çalışıyordum. ATA'nın
ilgisi dakikadan dakikaya artıyor, memnuniyet ifadesi, gök mavisi gözlerinden
taa ruhuma kadar doluyordu.
Çaldığım parça
bitince, beni taltif ettiler:
- Teşekkür ederim,
memnun oldum.
Sofra arkadaşlarından,
şimdi adını hatırlayamadığım bir zat, ATATÜRK'e
- Gördüğüm ve dinlediğim
bütün İstanbul artistlerinin hepsinden daha, kuvvetli, daha üstün buldum, dedi.
ATA'nın verdiği
cevap, kelime kelime kulaklarımdadır:
- Türk olmak, üstün
olmak için kâfidir...