ATATÜRK
İÇİN BESTELENEN MARŞ
(DOKTOR ŞÜKRÜ ŞENOZAN ANLATIYOR) "Gazinin İzmir'e
geleceği haber alınınca, fırka (parti) ve Türkocağı arkadaşlarımın, teşriflerini
kutlamak için, bir beste yapılmasını düşünmüşler. İki gün çalıştım, marşa benzer
bir beste yaptım:
Halkı teşririnle
ettin şâdgâm
Sen getirdin mülkeistiklâl-i tâm
Dest girindir senin Rabb-ül enâm
Sihhatindir virdimiz hep subh-u şâm
Anlamı şöyle :
Halkı teşrifinle
çok sevindirdin
Sen getirdin memlekete istiklâli
Allah senin koruyucundur
Sabah akşam duamız senin sağlığındır.
Gazi geldi, besteyi
dinletmek için fırsat kolluyordum. Buna muvaffak olamazsam, notasını takdim
edecektim.
Gideceği gece fırsat
belirdi. Vali ve hanımı, evlerinde, Gazi'nin şerefine bir balo tertip etmişlerdi.
Baloda çalacak caz takımına besteyi verdim. Provaları yapıldı. Baloya İzmir'de
bulunan bir çok aile çağırılmıştı.
Saat on buçukta
Gazi mâiyeti erkâniyle ve askerî zevatla geldiler. Çok neşeli görünüyorlardı.
Baloyu da şevki ile doldurdu.
Dansı açtıktan
sonra, kendisine hazırlanan yerde, dostlarıyla sohbete koyulmuştu. Ben marşı
dinletmek telâşı içinde, büfe ile Gazinin bulunduğu yer arasında gidip geliyordum.
Bir aralık yanına sokulacak fırsat buldum.
- Dans bitince
dinleyelim, dedi.
Caza söyledim.
Dan bitti, birkaç dakika sonra, marş çalmaya başladı, çiftler de piste can attılar.
Bu hal Gazinin hoşuna gitti, gülerek::
- Doktor, senin
marş ne güzel fokstrot oynatıyor, dans bitince tekrar etsinler, dinleyelim,
tebrik ederim, çok güzel olmuş, dedi.
Dinletilmek istenmeyen,
fakat ATATÜRK'ün dinlemek istediği marş :
"Bir yaz günüydü,
fırka (parti) başkanlığından aldığım bir telefonda, birkaç güne kadar Gazi'nin
İzmir'i teşrif edecekleri, içerisinde cumhuriyet ve istiklal kelimeleri olan
bir marş bestelenirse, iyi olacağı bildiriliyordu. Üç günde güfte ve besteyi
hazırladım.
Ey güneşin yer
yüzünde eşi
Ey Türklerin can evinde güneşi
Nur elinle yükseldi şanlı hilâl
Senin lütfun cumhuriyet istiklâl
Bu vatanı kurtaran Arslan sensin
Türk gencinin kanında can sensin
Ey ATATÜRK bin yaşa
Bestenin, güzel
sesli bir kız tarafından solo olarak, saz refakatinde okutturulması kararlaştı.
Okuyucu bin zorlukla ailesinden kopara bildik. Provalar yapıldı.
Gazi ile gelen
mebuslar arasında merhum Vasîf Çınar da var. Okunacak parçanın önce kendisi
tarafından dinlenmesini istemiş. Akşam üstü fırkada (partide) marşı dinlettik.
Okuyan kıza teşekkür etti ve kız gittikten sonra bana:
- Olamaz. Bu alaturkadır,
demez mi?
Türkocağı başıma
yıkılıyor sandım:
-Aman beyim, bu
makam nihaventtidir, alafranga makamlardan biridir, minörden beynelmilel basit
yürüyüş temposundan ibarettir. Bu kızı ailesinden zorla kopardık, çok da üzüldük,
emeklerimiz boşa gitmesin.
- Olmaz kardeşim,
diye direndi.
- Şu halde, bir
zeybek havası oynatmak için, bundan sonra Türkocaklarında Karmen mi çaldıracağız
?
- O başka şey,
onun hususiyeti vardır diye kestirip attı.
Münakaşa faydasızdı.
Bestenin sözsüz olarak cazla çalınması da mümkündü. Vasıf bey farkında olsa
bile, cazı susturamazdı. Belki Gazi'ye de bahsedebilirdim, diye düşündüm.
Gece, Gazi teşrif
etti. Ocağın davetlilerle dolu salonunda, arada bir dolaşıyor, bazılariyle görüşüyor,
zâhirde (görünüşte) eğlence ve neşe dolu bu toplantıda keşfettiği zekâ ve bilgi
sahipleriyle, her zaman yaptığı gibi içtimâî, ilmî, edebî münazaralar açıyordu.
Ortada bir gurupla sarılmış, yüksek sesle konuşmaya başlamıştı.
Kiminle, ne üzerine
konuştuğunu anlamak için, yaklaştım, halkanın dışında dinlemeye başladım. Tam
karşımda, yüksekçe bir yerde duran Vasıf beyin pırıl pırıl ışıldayan gözlük
camları uzaktan gözlerimi kamaştırıyordu.
Gazi, İzmir adliye
tabibi merhum Mustafa beyle, bir Alman feylezofu hakkında münakaşaya dalmıştı.
Doktor, Avrupa'da tahsil görmüş, cerbezeli (Sözünü sakınmadan beceriyle konuşan)
bir adam olmakla beraber, Gazi ile konuşmasında ifadeleri lâübâli (Fazla teklifsiz)
ve cüretli idi, kiminle konuştuğunu düşünmüyordu. Sıkıldım, oradan ayrılmak
istedim. Tam bu sırada beni görmüş.
- Doktor, diye
seslendiğini işittim. Eğilerek kendisini hörmetle selamladın.