ATATÜRK'ÜN
İSTANBUL SEYAHATİ "Her yaz Çankaya
Köşkü'nde, bir İstanbul seyahati kulaktan kulağa söylenir, fakat birkaç gün
sonra da seyahat ya İzmir'e ya da Konya'ya istikâmet değiştirirdi. Bizim de
İstanbul rüyalarımız bir serap olarak uçup giderdi.
O senenin (1927)
yazında, bu İstanbul seyahati söylentisi yine çıktı. Birkaç gün sonra da heyete
hazırlık emri geldi. Muhâfız alayından da bir tabur hazırlanıyor. Buna rağmen
biz yine tereddüt içindeyiz. Çünkü trenin Eskişehir'den istikâmet değiştirmesi
mümkün.
En nihayet İstanbul
yolundayız. Uzun zamandır hasretini çektiğimiz İstanbul'a bilhassa denize kavuşacağız.
Trende herkesin
yüzü gülüyor...
Prendik'ten sonra,
güzel köşkler arasından geçiyoruz.
ATATÜRK'ün geleceği
duyulmuş, bütün köşklerden alkışlar yükseliyor. Biz de sevinçten uçuyoruz. Bazı
arkadaşlar ufak çapta bir bando kurdular, marşlar çalıyorlar.
İstanbul, hasretini
çektiği büyük kurtarıcısını büyük bir sevinçle karşılıyor.
ATA'yı Derince'den
getiren Ertuğrul yatı, Kız Kulesi'ne döndü, Sarayburnu, Üsküdar Fındıklı, Beşiktaş
sahilini dolduran yüzbinlerce İstanbullu: Yaşa!! Varol!! bağırışları ile sevinçlerini
gösteriyorlar. İnsanın tüyleri ürperiyor.
ATATÜRK, yattan
saraya indi. Heyecan biraz azaldı. Arkadaşlar akşam üstü evlerine dağıldılar,
ben nöbetçiyim.
Gece saat 21. Telefon...
Seryaver Rüsühi beyin sesi:
- Çabuk fasıl takımı
tam kadrosuyla saraya diyor.
- Efendim, arkadaşlar
evlerine gittiler, dedim.
Sert bir asker
olan seryaver, bu haber karşısında köpürdü ve kıyameti kopardı. Emir verdi ve
telefonu kapadı.
Hafız Yaşar Aksaray'da,
Zühtü Bardakoğlu Teşvikiye'de, Abdülhâlik Eyüpsultan'da, diğer arkadaşlar da
ayrı semtlerde.
Çaresiz telefona
sarıldım, civarlarındaki karakollara, bu arkadaşların süratle saraya gelmelerinin
teminini rica ettim. Aradan yarım saat geçmişti ki, seryaver yine gürledi:
- Kim varsa hemen
gelsin.
Ortada benden başka
kimsecikler yok. Koltuğumun altına neyi aldım, sarayın yolunu tuttum.
Saraya giden yollar
tıklım tıklım dolu. Güç halle sarayın bahçesine ulaşabildim. Ama nöbetçinin
süngüsü de karşımda parladı:
- Yasaah...
Muhafız taburu
kuş uçurtmuyor.
Haydi geriye. Padişahlar
zamanında I000'e yakın sekenesi olan sarayda, ATA'nın bir avuç maiyeti kaybolmuş
durumda.
Bir ara mutfağı
buldum. Aşçı başına, beni paşanın bulunduğu yere götürmesini söyledim. Güldü:
"Ben yarım saattir dolaşa dolaşa burayı zor buldum, şurdan şuraya gitmem,
dedi.
Tam bu sırada bir
garson geldi. Onun yardımıyla yaverler dairesini buldum. Baktı, Ûdî Şevki bey
gelmiş. Ortada ikimizden başka kimse yok. Çaresiz ikimiz ATA'nın huzuruna çıktık.
İki arkadaş bir peşrev çaldık, ortada ne okuyucu var, ne de başka çalgı.
ATA, Şevki beye.
- Bir gazel okuyunuz,
dedi.
Şevki beyin sesi
yok, fakat zeki arkadaş, çok güzel çaldığı udu ile taksime başladı. Rast makamından,
ATATÜRK'ün sevdiği makamlardan biri. Yaptığı bu güzel taksime bir de baktık
ATA mukabele etmez mi?
"İçelim her
mihnetin mutlak ölmeyen bir hayatı vardır ki
Mûhâsîn-i mevecât-ı
âlem ana gehvâr-ı terennüm" olur beyitini büyük bir neşe ile okudu.
Bu sırada arkadaşlardan
bir kısmı da geldi, gecenin geç saatlerine kadar çaldık çağırdık.
"ATA'nın huzuruna
girdiğimiz zamanki manzara şu idi. yemek salonunun ortasında 24 kişilik bir
masa. ATATÜRK masanın başında oturuyorlar. Sağında rahmetli Nuri Conker, solunda,
sonradan Ankara'ya şehremini ve milletvekili olan Asaf beyin refikaları. Diğer
tanıdıklarım, maarif vekili Mustafa Necati bey, Asaf bey, Şükrü Kaya ve daha
bazı davetliler.
ATA'mız, bu tarihlerde
büyük nutuklarını hazırlıyorlar. Sofrada konuşulan mevzu hep nutuk üzerine.
ATATÜRK, nutuklarının hazırlanmış kısımlarından bazı parçalar okuyor ve bu konu
ile ilgili hâtıralarını anlatıyor.
Saatler, bu hava
içinde geçiyor. Biz soframızda oturuyor, yiyip içiyoruz.
O güne kadar bildiğim
bir şey var. Bir yerde saz topluluğu olunca saz heyeti kısa bir hoşbeşten sonra
saza başlanır ve ziyafetin sonuna kadar, kısa fasılalarla, fasıllar birbirini
katip eder. Halbuki, biz köşke geldi dört beş saat oldu. Bu müddet içinde kısa
bir fasıl yaptık. İki saatten fazla oturup duruyoruz.