ATATÜRK
VE BEKTAŞİ BABALARI Bu akşam yine Çankaya
Köşkü'ne vazifeye davet edildik.
Hafız Yaşar Okur
idaresinde, Sentûrî Zühtü Bardakoğlu, Kemânî Mehmet Rıza, Udî Şevki, Hanende
Abdülhalik ve benden kurulu bir heyetle köşke vardık.
ATATÜRK, henüz
yemek salonuna geçmemişler. Holde bulunan davetliler arasında iki yabancı sîmâ
dikkati çekiyor. Birisi sakallı ve zarif görünüşlü. Öteki gence, biraz şişmanca
ve bıyıklı bir zat. O sırada Ankara'da bıyık ve sakal modası olmadığı için bu
iki zatın halleri ve bilhassa giydikleri smokinlerin eyreti olduğu belli. ATA'nın
hususi tabibi Ragıp beyle konuşuyorlar.
Resmî davetlerde,
frak veya smokin giyildiği gecelerde, bize daha önce bilgi verilir, biz de ona
göre elbise giyerdik. Öteki davetliler de günlük elbiselerle geldiklerine göre,
bu iki zatın yabancı oldukları hallerinden anlaşılıyor.
Biraz sonra ATATÜRK'ün
huzuruna girdik. Bu iki şahıs ATA'ya takdim edilince, sakallının Çamlıca bektaşî
dergâhı şeyhi Ali Nutkî dede, ötekinin Kilitbahir bektaşi şeyhi Haydar Naki
dede olduğunu öğrenmiş olduk. Meğer ATATÜRK'ün hususi tabibi Ragıp bey ile babaların
dostluğu varmış. Bir gün ATATÜRK'le konuşurlarken, söz bektaşiliğe intikal etmiş.
Ragıp bey babaları tanıdığı için ve bunlardan Ali Nutki babanın hoşsohbet ve
Hayda babanın Galatasaray Sultanisi (Lisesi) mezunu olup, şair de olduğundan
bahsedince, ATA bunları tanımak arzusunun izhar etmişler, bu vesileyle ile babalar
Ankara'ya davet edilmişler.
ATATÜRK, babalara,
sofrada kendilerine yakın bir yer gösterdiler. Saza başladık, birkaç eser çaldıktan
sonra, ATATÜRK Ali Nutki babaya hitabederek:
- Bektaşi tarikatının
hususiyetleri nelerdir? diye sordular. Ali Nutki baba:
- Yüzlerce sene
evvel kurulan bir sosyete hayatıdır, o devirlerde taassup yüzünden kadınlı erkekli
bir toplantı yaparak yemek içmek kabil olmadığından, tarikat namı altında, bugünkü
sosyete hayatımızı Hacı Bektaş o günlerde kurmuştur, dedi.
ATATÜRK bu sefer
de Haydar Naki babaya hitabederek:
- Bu sosyetenin
hususiyetleri nelerdir? diye sordu.
Haydar baba:
- Bektaşi tarikatına
mensup canlar (tarikatın üyeleri) haftanın belli günlerinde tekkeye gelirler,
akşamüzeri babanın etrafında halkla olurlar. Babanın karşısına rastlayan köşede
en yaşlı ve eski bacı (kadın üye) başkanlığında kadınlar otururlar ve önlerindeki
sofradan, edep ve erkân dahilinde yerler içerler. Bu âlem, musıki, şiir ve nükteli
sözlerle devam eder.
Bu cevapların ATATÜRK'ü
tatmin etmediği yüzünden anlaşılıyordu:
- Bir sâkî meselesi
varmış, bu nedir?
- Sâkî bektaşi
sofralarının en mühim uzvudur. Bektaşiler rakıyı kapalı kadehle içerler, yâni
rakının mukdarını göstermezler ve herkes aynı kadehten içmeye mecburdur. Bu
kadehi elden ele devrettiren sâkî ile baba arasında devamlı bir bağlantı vardır.
Canlar arasında biraz sarhoşluk belirtisi gösterene, babanın bir işareti üzerine
ya boş kadeh, ya da pek az rakı konmuş kadeh verilir. Tarikatın adâbına göre,
can buna itiraz edemez. Sabaha kadar aynı neşe ve samimiyet içinde sohbet devam
eder.
ATATÜRK:
- Musıki, şiir
ve nükteden bahsettiniz, bunlardan birer parça lütfedin de dinleyelim.
Bu emir üzerine
babalar, bizim de bildiğimiz: Eşref oğlu al haberi Arı biziz, gül bizdedir -
Biz o Mevlânın kuluyuz - Cümle din iman bizdedir, güfteli nefesi okudular.
Paşa memnun oldu
ve biz fasıla devam ettik.
Birara: "Kaçma
mecbûrundan ey âhûy-i vahşi ülfet et" güfteli şarkıya girdik. Daha birinci
satırını okumuştuk ki, ATA, Ali Nutkî babaya dönerek:
- Nur baba kitabiyle,
bu şarkı sizin hususi hayatınızı tasvir yazılmıştır, diyorlar, doğru mudur?
Diye sordu. Ali Nutkî baba:
- Efendim, Yakup
Kadri beyin bir şakası olacak. Fakirin hayatı, dost ve müridleri arasında pek
sâde geçerdi, hele dergâhlar kapandıktan sonra, büsbütün sâkin hayat geçiriyorum,
dedi.
ATATÜRK; orada
bulunan adamlardan birine:
- Yakup Kadri beyi
davet ediniz, gelsinler, emrini verdi.
Yarım saat sonra,
Yakup Kadri bey toplantıya katılmış oldu. Ali Nutkî babayı görünce şaşırdı.
Bir çok şarkı ve
gazel okundu. Gecenin yarısını çoktan geçmiştik. ATATÜRK, Yakup Kadri beye:
Yazdığınız Nurbaba romanı. Ali Nutkî babayı müteessir etmiş zannederim. Fakat
müteessir olmakta haksızdırlar. Sizin gibi büyük bir edîbin yazacağı bir kitaba,
keşke benim hayatım da süje ittihaz edilseydi, ben buna kızmaz, bilâkis iftihar
ederdim.
ATATÜRK'ün bu ATATÜRK
ve ince sözleri, hazır bulunanları minnettar bıraktı ve meclis bu güzel hava
içinde dağıldı.