SÖĞÜTLÜ
YATI VE YİNE BİR ŞARKININ SÖZLERİ İlk defa söğütlü
yatı ile gezmeye çıkıyoruz. Bu zarif yatın baştarafında, büyük bir hayranlıkla
boğazın güzelliklerini seyrediyorum. Denize karşı olan büyük sevgim beni evimizin
penceresinden ayırmaz, rahmetli anama daima Dolmabahçe sarayının önünde demirli
yatan bu güzel yatı sorar ve aldığım cevaplardan, bu yata binmek için, muhakkak
padişah olmak gerektiğini öğrenir ve hiçbir zaman, bu yata binemeyeceğimi düşünerek
üzülürdüm.
Çocukluk hâtıralarımı
canlandırarak, talihin garip cilvesini düşünürken yanıma yatan baş makinisti
geldi. Yüzbaşı rütbesinde bu genç denizciye, çocukluk hatıramı naklettim. Meğer
bu genç subayın da bu konuda garip bir hikâyesi varmış. Mektepten çıktığı tarihlerde,
bu yatın süvarisi ve baş makinisti padişahlarda bir cemile olsun diye, Amiral
rütbesinde olanlar seçilirmiş. Bizim genç denizci; Aaah dermiş, bu yata bir
baş makinist olabilsem. Duası kabul edilmiş, yata önce makinist sonra da baş
makinist olmuş, ama Amiral olamamış. Gülüştük...
ATATÜRK, yatın
kıç tarafında hazırlanan sofrada misafirleriyle beraber. Yat yeni köy önlerinden
geçiyor. ATA'nın eski arkadaşlarından Dr. Rasim Ferit Talay'ın yalısının önünden
geçiyoruz. Musıkimizi çok seven ve bilen bu sanatkâr ailenin hatırası, ATA'ya
musıkimizi hatırlatmış olacak ki, bizleri yanına çağırdı. Fakat yat çok ufak
olduğundan, bir iki arkadaş ATA'nın yakınında yer bulabildiler. Ben ve Udû Şevki
bey, ATA'ya yakın olanlardanız.
ATATÜRK, rast makamından:
Bilmemki neden
dir bana sen hor bakıyorsun
Bakma güzelim böyle yürekler yakıyorsun
Noldun nere gittin ne taraf da çakıyorsun
Bakma güzelim böyle yürekler yakıyorsun
Güfteli şarkıyı
okumamı emrettiler.
Bu şarkı, ATA'nın
huzurunda sık sık okunan şarkılardan değil. her halde misafirlerden biri istemiş
olacak?
Şarkının zeminini
ve nakaratını okudum, fakat meyânını bir türlü hatırlayamadım. Çaresiz nağmeleri
terennüm etmek suretiyle işi savuşturmak istedimse de, bu ATA'nın gözünden kaçar
mı?
- Gel yanıma, dedi.
Gittim.
- Şarkının güftesi
nedir? dediler.
- Hatırlayamadım
paşam, dedim.
- Muhakkak ki rakı
içmemişsindir.
Ve üç kadeh arka
arkaya içmekliğimi emir buyurdular. Hörmetli kadehle, bilhassa yüksek dereceli
rakının ne olduğunu içenler pek iyi bilir. Fakat emer emirdir, üç kadehi de
içtim. ATA eliyle bir miktar leblebi verdi:
- Haydi yerine
git ve şarkıyı tamamla.
Ben yerime dönünceye
kadar, arkadaşlar güfteyi hatırlamışlar. Kulağıma fısıldadılar. Şarkıyı tamamlayabildim.
Bu sırada yat da
kavakların önünden döndü, beylerbeyi sarayına geldik. Bu zarif sarayın birinci
katındaki havuzlu salonda, fasıla devam ediyoruz.
Bir aralık sarayın
önüne bir tenezzüp vapuru geldi. İstanbul muallimlerinden tertip ettiği bu tenezzüp
kafilesi, sarayın önünde, hep bir ağızdan marş okuyorlar.
ATATÜRK ve maiyeti
balkona çıktılar. Biz de Karadeniz marşını söyleyerek karşılık veriyoruz. ATA
vapur gidinceye kadar balkonda kaldılar ve mendil salladılar.
Sabaha karşı, Dolmabahçe
sarayına dönüyoruz. Sabah serinliği adam akıllı bastırmış, biz bir köşede büzüldük
ve ceketlerimizin yakasını kaldırdık. Bu sırada ATATÜRK yanımıza geldi:
- Vaah gençler,
diye bize takıldı.
Kendisi Aslanlar
gibi yanımızda durdular...